I. İsmail, bilinen adıyla Şah İsmail veya tam unvanıyla Ebu'l-Muzaffer Bahadır el-Hüseynî[3] (Farsça: شاه اسماعیل; d. 17 Temmuz 1487, Erdebil - 24 Mayıs 1524, Tebriz), Safevî Tarikatı'nın lideri, Safevî Devleti'nin kurucusu ve ilk hükümdarıdır.[4][5]
I. İsmail'in egemenlik dönemi, İran tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. İran coğrafyası, Şah İsmail tarafından 1501 yılında birleşik bir ülke haline gelmeden önce, yaklaşık sekiz buçuk yüzyıl önce Müslüman Araplar tarafından fethedilmesinden bu yana, yerel İran yönetimi altında birleşik bir ülke olarak var olmamıştı. Fakat bir dizi Arap halifesi, Türk sultanları ve Moğol hanları tarafından idare ediliyordu. Tüm bu dönem içinde yalnızca Büveyhîler döneminde İran coğrafyasının bir bölümü İranî bir yönetime kavuşmuştu.[6]
I. İsmail tarafından kurulan Safevî Hanedanı, iki asırdan fazla bir süre hüküm sürdü, tarihteki en büyük İran imparatorluklarından biri oldu ve gücünün zirvesindeyken, günümüzdeki İran, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ın çoğunu, Kuzey Kafkasya, Irak, Kuveyt ve Afganistan'ın yanı sıra, günümüz Türkiye, Pakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Suriye topraklarının bazı kısımlarına hükmederek kendi zamanının en güçlü devletlerinden biri oldu.[7][8][9][10] Ayrıca, İran kültürünün Büyük İran'ın geniş bölgelerinde yeniden gelişmesini sağladı.[11] Safevî İmparatorluğu'nun ortaya koyduğu miras, İran'ın Doğu ile Batı arasında ekonomik bir kale olarak yeniden canlanması, verimli bir devlet ve bürokrasinin kurulması, aynı zamanda mimari yenilikler ve güzel sanatların himaye edilmesiydi.
I. İsmail'in ilk eylemlerinden biri, Şii İslam'ın İsnâaşeriyye mezhebini yeni kurulan devletinin resmî inancı olduğunu ilan etmesi oldu ve bu durum, İran'ın sonraki tarihi için büyük sonuçlar doğurdu. Dahası, bu
dönüşüm ona büyüyen Safevî Devleti'ni güçlü Sünni komşularından batıdaki Osmanlı İmparatorluğu ve doğuda Şeybanîler'den ayrılma konusunda siyasi bir fayda da sağladı.
Kızılbaşlar ile beraber Aras Nehri'ni geçip Şirvanşahlar Devleti'ni yenmiş, daha sonra ise İran'da Ehl-i Beyt as ekolünü egemen kılıp, bölgede yaşayanları tek bir çatı altında birleştirerek Safevî Devleti'ni kurmuştur. Kurduğu devlette saray ve ordu dili olarak Azerice, bürokrasi dili olarak Farsça kullanmıştır.[12][13] Nüfus ve iktisadi gerekçelerle dönemin Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile hem siyasi hem askeri olmak üzere mücadele etmiştir.
Hayatının ilk yılları
Şah İsmail, 17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil şehrinde Safevî Tarikatı'na mensup bir şeyh ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi.[14] İsmail'in babası Şeyh Haydar, dedesi ise Şeyh Cüneyd'dir. Babası Haydar, Safevî Tarikatı'nın Sufî şeyhiydi ve tarikatın kurucusu Safiyüddin Erdebilî'nin (1252-1334) doğrudan soyundandı.[15][16][17][18] İsmail'in annesi Alemşah Halime Begüm ise, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın kızıdır.
Şeyh Haydar, öldürülmüş babası Şeyh Cüneyd'in öcünü almak için Kafkasya’ya düzenlediği sefer kapsamında 1488 yılında Şirvanşahlar Devleti'e saldırdı. Şirvan hükümdarı Ferruh Yasar yenilgiye uğrayarak Gülistan Kalesi civarına çekildi. Yedi ay muhasarada kaldıktan sonra Şirvan sultanı Ferruh Yasar, damadı olan Akkoyunlu sultanı Yakub Bey'den yardım istedi. Şeyh Haydar da, Alemşah Halime Begüm ile evlendiğinden, Yakub’un kardeşinin kocası idi; fakat Haydar’ın daha da güçlenmesini istemeyen Akkoyunlu hükümdarı, Ferruh'a bir kuvvet gönderdi. Akkoyunlu ve Şirvanşah ordularıyla Taberistan yakınlarında yapılan savaşta Şeyh Haydar öldürüldü.[19]
Babası Şeyh Haydar öldürüldükten sonra İsmail, dayısı Sultan Yakub tarafından annesi Âlemşah Begüm, kardeşleri Sultan Ali ve İbrahim ile birlikte Şiraz valisi Mensur Pürnak Bey’in yanına gönderildi. İsmail o sırada bir yaşındaydı. Sultan Yakup'un ömrünün sonuna kadar onlar Fars'ta İstahr kalesinde hapsedildiler. Sultan Yakup 1490'da eşi tarafından öldürüldü.[20]
Akkoyunlu dönemi
Şah İsmail Safevi Akkoyunlu tahtına geçen Rüstem Bey, kardeşi Baysungur ile yaşanan saltanat mücadelesinde Haydar'ın oğullarından yararlanmak için İsmail ve kardeşlerini hapisten çıkarıp serbest bıraktı. Neredeyse 4,5 sene (1489-1493)[21] hapiste kalmış İsmail, kardeşleri ve annesi ile Tebriz'e geldiklerinde Rüstem tarafından çok saygılı bir şekilde karşılandılar. Fakat savaş sırasında İsmail'in büyük kardeşi Sultan Ali'nin ve Kızılbaşlar'ın cesurca çarpıştıklarını görünce korkuya kapılır, kendisini ve neslini ortaya çıkacak tehlikelerden korumak için Şeyh Cüneyd neslini ortadan kaldırmaya karar verir.[22] Önce Erdebil'e gitmelerine izin verilmiş kardeşlerin orada güçlenmesinden endişe eden Rüstem Bey onları tekrar Tebriz'e getirdi. Burada müritlerinin birinden Rüstem'in onu öldüreceğini duyan Sultan Ali, kardeşleri ile birlikte Erdebil'e yola çıktı, onların gitmesini öğrenen Rüstem Bey, arkalarından ordu yolladı, Erdebil yakınlarında Şam Esbi çevresindeki çatışmada Sultan Ali öldürüldü. Ölümünden önce Şeyh Sultan Ali, İsmail'i varisi ilan eder. Kızılbaşlar, İsmail'in arandığını öğrenince onu bir süre Erdebil'de daha sonra da Reşt'te gizlenmesini sağlarlar. Daha sonra iki kardeş alevi olan Lahican Valisi Karkiya Mirza Ali'nin davetini kabul edip Lahican’a gittiler. Onların Lahican’da olduğuna emin olan Rüstem 300 kişilik askeri güç yolladı fakat Karkiya her iki kardeşi bir sepete koyarak onları ağaçtan sallayarak kardeşlerin Lahican topraklarında olmadığına yemin etmesi üzerine onlar Tebriz’e geri döndüler.[23] Birkaç ay sonra büyük kardeş İbrahim, annesinden uzak kalmaya dayanamadı ve Erdebil’e yola düştü.[24] Onun sonraki hayatı hakkında bilgi yoktur.
İsmail, Lahican’da alevi alimlerinden Mevlâna Şemseddin Lahicî’den Arapça, Farsça, Kur’an, tefsir ve Alevi inanç ve öğretilerinin prensiplerini ve Kızılbaş reislerden harp tekniklerini öğrendi.[2] Onun Lahican’da savaş eğitimi alıp almadığı konusunda pek bilgi yoktur.[25] Harekete geçmeye karar veren İsmail, 1499 yılının Ağustos ayında yalnızca 7 sufi ile Lahican’ı terk etti. Erdebil'e vararak annesi ile görüştü, ecdatlarının mezarlarını ziyaret etti[26] fakat Erdebil hâkimi Câkirlü Ali Bey’in baskısı ile Erdebil’i terk etmek zorunda kaldı.
Şeyhlikten Şahlığa
Şâh İsmâ'îl'i, taç giymesinden önce kılınan son cuma namazında İmâm-i Zamân'ın kılıcını çıkarıp Tebrîz Cuma Cami'î minberinin merdivenlerinde vaaz verirken tasvir eden Mu'în Musavvir'in bir minyatürü mevcuttur. 1501. "Yüce Şâh, Cuma günü Mescid-i Cami'-i Tebrîz'e gitti ve alevilerin ileri gelenlerinden olan vaize, minbere çıkmasını emretti. Şâh, bizzat minberin önüne geçti, İmâm-ı Zamân 'Aleyhi's-Selâm'ın kılıcını kınından çıkardı ve parıldayan bir güneş gibi dikildi." (Bu durum sembolik olup İmam-ı Zaman Hz. Mehdi'nin kılıcı "Zülfikar'ın ta kendisidir. Zülfikar'ı masum imamdan başkasının kullanma tasarrufu yoktur.)
Ebu'l Hayır (Şeybani Hanlığı)'na karşı zaferi
1500 yazında Erzincan'da Ustaclu, Şamlu, Rumlu, Tekelü, Zülkadir, Avşar, Kaçar ve Varsak Türkmen aşiretleri'nden oluşan 7.000 Kızılbaş, İsmail'in davetine icabet etmiştir.[27][28] Kızılbaş ordusu, Kasım 1500'de Kura Nehri'ni geçerek Şirvanşahlar Devleti üzerine yürümüştür. Gülistan Kalesi yakınında gerçekleşen Çabani Meydan Muharebesi'nde Şirvanşah Ferruh Yesar'ın ordusunu yenmiş ve Bakü'yü ele geçirmiştir.[29] İsmail, Şerur Savaşı'nda Akkoyunlu Elvend Mirza'nin ordusunu yendi. Elvend, Erzincan’a doğru kaçtı. Sonralar yeni ordu toplamaya çalışan Elvend, 1504'te hastalandı ve ardından Diyarbakır’da öldü.[30] 1501 yılının yazında Tebriz'e girerek taç giyip resmen kendini “Şah” ilan etmiş,[31] Safevi Devleti'ni kurmuştur.[32] Şah olduğunda ilk yaptığı iş, Alevi inanç ve öğretilerini resmi mezhep ilan etmesi oldu.
Akkoyunlu hanedanından kalan Murat Bey, büyük bir ordu toplayarak Hemedan yakınlarındaki Hemedan dağı eteklerine yerleşti.[33] İki ordu arasında 21 Haziran 1503’de olan Elmakulak Savaşı’nda Kızılbaşlar'ın galip gelmesiyle Murat Bey Şiraz'a kaçtı. İsmail, 24 Eylül 1503 tarihinde Şiraz'a girmiş ve aynı yılın sonlarına kadar Azerbaycan, Fars ve Irak-ı Acem'in çoğu üzerinde hakimiyet kurmuştur.[34] 1508'de Bağdat'a girdi. 1510'da Merv yakınında Şeybani Hanlığı'nı yendi, savaşta Şeybanî Han'ın ordusundan çoğu asker öldürüldü. Şeybanî Han'ın cesedi bulundu ve Kızılbaşlar onun başını kesip Şah İsmail'in yanına getirdiler.[35]
Çaldıran Muharebesi
1514'te Çaldıran Muharebesi'nde Osmanlı padişahı I. Selim'e yenilmiştir. Savaş sırasında Şah İsmail kurşunla kolundan yaralanarak atından düşmüş, bir Osmanlı askerinin saldırısı üzerine Şah'ın yanındaki askerlerden Mirza Sultan Ali, "Şah benim" deyip süvariye doğru koşarak esir düşmüş, bu sırada bir Atçeken Hızır adlı muhafızı da Şah'a atını vererek savaş alanından uzaklaşmasını sağlamıştır.[36][37] Bu yenilgiden sonra Şah, ülke ile ilgili işlere pek önem vermemeye başladı, devlet işlerini daha çok emirlerine havale etti[38]. 1514'ten vefat edene kadar Şah, şahsen hiçbir savaşa girmemiştir.[39] Şah İsmail 24 Mayıs 1524'te Tebriz’de 36 yaşındayken iç kanamadan öldü. Erdebil'deki Safevi Türbesi'ne defnedildi. Şah İsmail'in on bir çocuğu vardı, bunların altısı erkek ve beşi kız idi.[40]
Safevi Türklerinin İran'a Ehl-i Beyt (as) inancını resmi mezhep olarak kabul ettirmesi.
Şah İsmail, 1501 yılında Tebriz'de tahta oturduktan sonra Aleviliği resmî mezhep ilan etmek için Kızılbaş emirleri ile istişare etti. Emirler, Tebriz halkının dörtte üçünün Sünni olduğunu, başlarında bir Alevi hükümdar istemeyeceklerini ve buna karşı çıkacaklarını ifade ettiler. Şah İsmail ise, "Kimseden korkmuyorum. Allah ve On İki İmam benimledir. Eğer bir söz söylenirse kılıcımı çeker ve kimseyi sağ bırakmam."[41] dedi. Ertesi gün Tebriz Cuma Camii'nde Şii alim Mevlana Ahmed Erdebilî On İki İmam adına hutbe irad etti. Camide neredeyse her iki kişinin arasında silahlı bir Kızılbaş bulunuyordu. Şah İsmail, hutbenin okunduğu minberin yanındaydı. Cami ahalisinin yarısı bu durumdan memnuniyet duyarken diğer yarısı homurdanmaya başlayınca Kızılbaşlar kılıçları ile onları susturdular.[42] Ve ezana "Muhammed ve Ali hayrü'l-beşer", "Eşhedü enne Aliyye veliyullah" ve "Hayyi alâ hayrü'l-amel" ifadeleri eklendi.[46]
Şairliği
Şah İsmail'in Divan'ının Milli Şura Meclisi Kütüphanesi'nde (İran) bulunan bir yazma nüshasından iki sayfa
Şah İsmail, Hatai mahlasıyla şiirler yazdı. Sanatçı kişiliği çok zor koşullar altında geçen çocukluğu sırasında oluştu. Aruz ve heceyle yazdığı şiirler Azerbaycan edebiyatının Nesimi ve Fuzuli arasındaki döneminin en güçlü temsilcisi olduğunu kanıtlar. Özellikle heceyle yazdığı şiirler Anadolu'da gelişen tekke edebiyatını büyük ölçüde etkiler. Alevi-Bektaşi edebiyatının en güzel örneklerini sunar. "Hatai" takma adı ile Azerbaycan Türkçesinde şiirler de yazmıştır. Dehname adında mesnevi türünde yazmış olduğu eser Azerbaycan edebiyatında mesnevi türünde yazılmış ilk şiirlerden biridir.[87]
Şiirlerinde dini ve siyasi motifler de vardır:
Allah Allah deyin gaziler, Gaziler deyen Şah menem, Karşu gelün secde kılun, Gaziler deyen şah menem.
"Sayılır" redifli hece vezni ile şiiri:
Hü Diyelim Gerçeklerin Demine Gerçeklerin Demi Nurdan Sayılır On İki İmam Katarına Uyanlar Muhammed Ali'ye Yardan Sayılır Üç Gün İmiş Şu Dünyanın Safası Safasından Artık Olur Cefası Gerçek Erenlerin Nutku Nefesi Biri Kırktır Kırkı Birden Sayılır İhlas İle Gelen Bu Yoldan Dönmez Dost Olan Dostuna İkilik Sanmaz Eri Hak Görmeyen Hakk'ı Göremez Gözü Bakar Amma Körden Sayılır Gerçek Aşık Menzilinde Durursa Çerağ Gibi Yanıp Yağı Erirse Eksikliği Kendözünde Bulunursa O Da Erdir Yine Erden Sayılır Şah Hatayi'm Eydür Bağdad'dır Vatan İkilikten Geçip Birliğe Yeten Erenler Yanında Kıyl Ü Kal Tutan Yolu Dikenlidir Hardan Sayılır
Комментарии